Seyahat: Abant - Mudurnu - Göynük - Beypazarı (Hafta sonu Turu)

Abant

Hafta sonu tatili için çıktığımız yolda ilk durağımız Abant Gölü. Beklediğimin aksine etrafta hiç kar yoktu sadece dağın eteklerinde hafif beyazlıklar vardı bu yüzden hayal kırıklığına uğradım diyebilirim.


Öncelikle Abant Tabiat Müzesi'ni(ücretsiz) gezdik, burada bir çok doldurulmuş hayvan görebiliyorsunuz. Gözlerindeki boncukları saymazsanız oldukça gerçekçiler. :)


Göl etrafında yürüyüş yapıp, fotoğraf çektikten sonra göl kenarındaki bir restoranda kahvemizi içtik(10₺) ve Mudurnu'ya doğru yola çıktık.

Abant'a gittiğinizde bolca fayton ve at göreceksiniz tabi aynı zamanda zavallı atların ne kadar kötü bir durumda olduğunu...

Mudurnu

Zamanında Dünya'ya iğne ihraç eden Mudurnu'ya vardığınızı nereden mi anlıyorsunuz o meşhur "Yumurta Tavuktan, Piliç Mudurnu'dan" heykelini gördüğünüz zaman .:)


Şehir içinde dolaşırken hafta sonu olmasına rağmen hiç kalabalık değil ve gezenler ya turist ya da şehrin erkek halkı. Evler aynı Safranbolu ve Beypazarı evleri gibi.  Bir dükkan hem bijuteri hem de kozmetik parfümeri olabiliyor. Tabi ki içerdekiler bunlarla sınırlı değil! :)


Yıldırım Bayezid Camii

Osmanlı'nın ilk dönem eserlerinden olan Yıldırım Bayezid Camii 19.75 çapındaki minaresi ile o dönemin en büyük çaplı camiisi olarak biliniyor. Yapımında kullanılan yalıtım ile çok az bir ısı ile soğutulabiliyor ve ısıtılabiliyor.


Armutçular Konağı

1860 yılında 3 katlı ve 27 odalı Barok mimarisine sahip bu konak 1940'ta Armutçular ailesi satın aldığı için bu ismi almış. Konağın İstanbul'dan getirtilen ahşap ustalarına yaptırıldığı söyleniyor. Aile kışın İstanbul'da yazın ise hala bu konakta yaşıyorlar.

Kanuni Sultan Camii

1574 yılında padişah tarafından yaptırılan bu camii ancak padişahın ölümünden 50 sene sonra ibadete açılmış. Neden diye soracak olursanız padişah beğenmediğini ve istediği kadar büyük olmadığını dile getirerek kapısına kilit vurdurmuş.

Sünnet Gölü

Mudurnu'dan Göynük'e doğru giderken dağın heyelanda akarsunun önüne set yapmasıyla oluşan Sünnet Gölü'nün orada bir mola veriyoruz. Etrafta gölden başka bir şey yok zaten. :)
Gölün adının Sünnet olmasının hikayesi ise şöyle; uyuyakalan bir çoban büyük bir gürültüyle uyanır, yukarı doğru baktığında dağın uç kısmının heyelan sonucunda aşağı doğru kaydığını görür ve "Dağın ucu yok, sünnet etmişler" diyerek bir tepki verir. Bundan sonra göl Sünnet gölü olarak anılır.

Göynük

Göynük'e vardığımızda ilk hissettiğimiz karınlarımızdan gelen gurultuların sesiydi. Bu yüzden yöresel yemeklerin yapıldığı bir restorana gidip güzelce karnımızı doyurduk. Kiş peynirli ve cevizli eriştesini, büyük fasulyelerden yapılmış pilakisini ve güveçte sarmasını yemeden dönmeyiniz efenim.


Burada Akşemsettin türbesi, hamamı ve zafer kulesi görülecek yerler arasında yer alıyor.


Ardından Beypazarı'nda yer alan konaklayacağımız BeyPalas oteline geçip, geleneksel yemeklerden tadıyoruz. Ve gün bizim için sonlanıyor.

Beypazarı

Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra ilk durağımız gümüşçüler çarşısı, yaklaşık 30 teyze ile beraber gittiğimizi hayal ederseniz ortamdan bahsetmeme gerek yok sanırım. :) Bir ustanın telkâriyi nasıl yaptığını izliyoruz. Tabi ki elimiz boş dönmüyoruz.

Yaşayan Müze

Son durağımız yaşayan müze. Örnek bir Beypazarı evi olan bu müzede dileyen ebru sanatı öğrenip hoca eşliğinde kendi ebrusunu yapabiliyor ya da kurşun döktürüp Türk geleneğini yaşayabiliyorlar. Üniversite zamanında ebru kursuna yazılıp pes edişim sonrasında kurşun döktürmeye karar verdim. Aynı kandan olan akrabaları bir arada kurşun dökebiliyorlar bu yüzden annemle döktürdük hem de daha uyguna kapamış olduk. :) (20₺)


Her katında bölgenin yaşamını anlatan gençler var.
  • Çocukların taşırken tıkır tıkır ses çıkarmasından dolayı ismini alan "Tıkır" termos görevi görüyor.
  • Kışlık mutfaklarında tarhana, salça, turşu, pekmez yapıp muhafaza ediyorlar.
  • El işlerinin yapıldığı alana hayat katı diyorlar.
  • Mahsen diye adlandırdıkları alanları soğuk hava deposu olarak kullanıyorlar. Burada aynı zamanda değerli görülen eşyalarını da saklıyorlar.
  • Çardak katında tüm odalar sofaya(ana alan) açılıyor. 
  • Eyvan adı verilen alan iki oda arasındaki sesi engelliyor. Sofaya aydınlık veriyor. Aynı zamanda türkülere de konu olmuş.
  • Tavan işlemeleri en güzel olan Baş odada evin en büyüğü kalıyor.
  • Yeni gelin ve eski gelin odaları olarak adlandırılan odalar mevcut.
  • Kaynana sandığı kapağında yer alan zili ile meşhur. Böylece eğer kaynana uyuduğunda gelin sandığı açarsa zil çalacak ve kaynana uyanacak. :)

En dikkatimi çeken kısım ise; evin girişinde bulunan dolap. Bu dolaplardan Safranbolu evlerinde de görmüştüm ama hikayenin bir kısmı burada farklılaşıyor.
Aç olan kişi bu dolaba 3 kere tıkladığında mutfaktaki kişiler dolaba yemek koyarak karşı tarafın çekinmeden almasına olanak sağlıyorlar. Alan el veren eli görmüyor. Buraya kadar her şey çok güzel, şimdiyse ilginç bir hal alacak. :) Zamanla evin kızları ve köyün delikanlıları buradan birbirleriyle mektuplaşmaya başlıyorlar. Ev halkı bunu farketmiyor mu tabi ki fark ediyor. Hatta durum istedikleri boyutları aştığında delikanlıyı veya kızı bir köşeye çekip "Senin ne dolaplar çevirdiğini bilmiyor muyuz!" diyorlarmış. İşte dolap çevirmek deyimimizin çıkış noktası da bu aç olan insanları doyurmak için kurulan dolap düzeneği.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kraliçe'nin Notaları | Serkan Gürkan, String Inspirations Quintet

Kitap: Eylül 2018’de Neler Okudum?